Canım,
Dün gece, biten gün yeni güne kavuşurken, Gülsüm Abla’ya, “Sana bir şey söyleyeyim mi abla? Şimdi, şu an, şuracıkta, Azrail gelse ve hadi gidiyoruz dese, buraya kadar, inan hiç canım yanmaz. Öyle mutluyum, öyle tam ki içim, ölüm zor gelmez. Azrail’in koluna girer, nereye gitmemiz gerekiyorsa giderim.” dedim.
Gülsüm Abla kaşlarını çattı, “Sus be deli kız, ağzını hayra aç! Madem mutlusun bu kadar, kal burada, ne diye gidivereceksin öte tarafa!” diye cevapladı. Sesinin tınısında ve konuşurken ondan çıkan kelimelerde Ege’nin kıpır kıpır denizinin kıvraklığı, güneşinin sıcaklığı vardı.
Her şey kerahat vakti başladı. Aheste aheste yudumladığım rakıyı geceme eşlikçi yaptım. Hiçbir şeyin acelesi yoktu. Kronos’un zamanı durdu. Kairos masaya oturdu. Üç duble içtik beraber, kafi. Yanına, Ege otlarını, Müzeyyen’i ve Melihat’i meze yaptım. Yavaş yavaş eşlik ettim içli seslerine, sesimle dalgaya karıştım. Sadece ben değil, dalgalar da bana yanaştı. Ağustos böcekleri çok davetkardı ve gökteki ayın ışığı da en az diğerleri kadar sorumluydu. Her yudumda yüreğim iskeleye yanaştı. Gecenin sonunu önceden bilir gibi hazırlıklıydım. Süslü elbisemin altına bikinimi giymiştim. İcap ederse üstümdekileri fırlatıp, denize koşabileyim istedim, niyetimi evvelden koydum. Niyetlendiğim gibi de oldu. Deniz, demlenen yüreğimi çağırdı, işveli bir gülücük armağan edince zihnim sus pus oldu. Kontrolü kalbime bıraktım. Ay, tam tepemde dolunaydı ve ışıktan tozlarını denizin üzerine serpmekle meşguldü. Deniz parlıyordu, haykırarak çağırıyordu, karşı koymak dünyanın en güzel aşığını reddetmek olurdu. Daha fazla dayanamadım, üzerime fazla gelen ne varsa attım. Utançlarım, kızgınlıklarım, kırgınlıklarım, rollerim, sıkışmışlıklarım ve en sonunda süslü elbisem... Vardım iskelenin ucuna, kendimi bıraktım karanlık suya! Allah seni inandırsın, deniz bir başka kucaklarmış insan bir büyüğe danışınca. Dalgalandım da duruldum, deniz korumasız bedenimi nasıl olsa korurdu, teslim oldum. Önce tüm vücudumu öptü deniz, sonra kollarında kaldırdı. Ayın ışığında derin bir nefes aldırdı. Kendi minicikliğimi ve o an beni sarıp sarmalayan her şeyin biricikliğini tüm varlığımla bildim. Nazım canlandı, yüreğimden haykırdı, “yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden yani, bütün işin gücün yaşamak olacak” Dün gece ben orada, ay ışığı tozu ile aydınlanan karanlık denizin ortasında, zahirde tek başıma, batınide yaşamak doldum. Hafızamda, bir şeyin tamlığını yazarak çizerek tahtalar üzerinde anlattıkları günlere uzandım. Dudağımın kenarıyla güldüm. “Bırak Allah’ını seversen” deyiverdim. Yazılıp, çizilemeyecek kadar tamdım. Bu anları aldım, yüreğime sakladım. Saçlarımdan, vücudumdan deniz damlayarak masaya döndüm. Sessizce Gülsüm Abla’ya baktım birkaç saniye. Dilim çözülüp, konuşacak kadar uyanınca fısıldadım, “Sana bir şey söyleyeyim mi abla? Şimdi, şu an, şuracıkta, Azrail gelse ve hadi gidiyoruz dese, buraya kadar, inan hiç canım yanmaz. Öyle mutluyum, öyle tam ki içim, ölüm zor gelmez. Azrail’in koluna girer, nereye gitmemiz gerekiyorsa giderim.”
26.07.2020